Bunun Be(y)nimle Ne Alakası Var?

Yapılan araştırmalara göre beynimiz boşlukları sevmiyor ve kendisi dolduruyor. Buna en iyi örneklerden biri arada bazı harflerin bilerek eksik bırakıldığı metinlerdir. Hızlıca okuduğumuzda o boşlukları beynimiz, metni algılayışımıza göre dolduruyor ve onların eksikliğini çok dikkatli okumadığımız veya tekrar bakmadığımız durumlarda görmememizi engelliyor.

Aynı durum sesler içinde geçerlidir. Yanlış anladığımız veya farklı algıladığımız durumlarda o yada bu nedenle duyamadığımız kısmı beynimiz tamamlıyor. Bu duruma da bilim dünyası tarafından “algı restorasyonu” adı veriliyor.

Peki bu durum davranışlarımıza nasıl yansıyor?

Tam da aynı sistemle işliyor. İçinde bulunduğumuz bir durumda eğer kendi mantığımızın boşluk olarak aldığı yerler varsa, bunları beynimizin kurgusuna bırakıyoruz. Olay örüntüsünde boşluklar yer alan hikayeler, nedeni belli olsa bile bizim adımıza neden-sonuç ilişkisinin bağlanmadığı olaylar veya satır aralarında verilmek istenen mesajlar bulunan durumlarda beynimiz, o boşlukları kendi “algı filtrelerimiz” ve geçmiş yaşantılarımızın etkisi ile dolduruyor.
Özel yaşantımızda bu durum karşımızdaki ile aramızda güven kaybı, iletişim bozukluğu, küskünlükler, çatışmalar yaşamımıza neden olabilirken, iş yaşantısında kişisel algılamalara, motivasyonun düşmesine, ekip içi veya ast-üst ilişkilerinde çözümsüz görünen çatışmalara ve sonucunda iş yaşantısında hem bireysel hem de organizasyonel başarısızlığa neden olabiliyor.

Birkman Metodu ile yaptığımız çalışmalarda ölçtüğümüz en önemli veri beynimizin bu boşlukları doldururken kullandığı algı filtrelerimizdir. Kimi için son derece sert ve kaba algılanan biri bir başkası için son derece samimi ve net bir insan olarak algılanabilir. Kimi için hızlı karar vermek harekete geçmek başarılı olmak için gerekliyken kimi için çok sağlam bir planlama yapmadan harekete geçmek başarının önünde engel olarak görülebilir.

İşte beynimiz bu algı filtrelerini kullanarak söylenmemiş sözleri, yaşanmamış olayları kurgularken bir yandan da söylenmiş olmasına rağmen bizim algı filtrelerimiz doğrultusunda boşluk olarak algılanan yerleri gene aynı aracı kullanarak doldurur, kurgular.

Yalan bir dünyada mı yaşıyoruz? Hayır tabii ki, ancak beynimizin kurgusu bizim gerçeğimiz oluyor.
Danışmanlık yaptığım bir ekipte, iki ekip arkadaşı arasında bu durumun en iyi örneklerinden birini yakalamıştım. Gerçek isimlerini kullanamayacağım için onları Ahmet ve Murat olarak isimlendiriyorum.

Ahmet, Murat’ı öğle yemeğine davet ediyor. Murat ilk gün teklifi kabul ediyor ancak sonraki zamanlarda bahaneler üretiyor ve sonunda Ahmet onu çağırmayı kesiyor. Murat kendisine düzgün bir açıklama vermediği içinde Ahmet, Murat’ın onunla vakit geçirmekten hoşlanmadığına karar veriyor, sonuçta da onu sevmediğine kanaat getiriyor.

İkisinin Birkman Metodu sonuçlarına baktığımda ben nedenini çok net görebiliyorum. Ahmet insanlarla sosyal bağlar kurmaya ihtiyaç duyar ve herkesin de böyle davranacağına inanırken, Murat’ın ihtiyacı tam tersi yönde. Yalnız kalmaya, kendine vakit ayırmaya ihtiyaç duyuyor ve sürekli beraber vakit geçiren insanları da anlamıyor.

Sonuçta Ahmet’in beyni bu hikayedeki “boşluğu” sevilmediği yönünde dolduruyor, oysa gerçekte olan durumun Ahmet ile yakından uzaktan ilgisi yok. Ancak bu durum iş yaşantılarındaki işbirliğine, performansına ve dolayısıyla başarısına olumsuz şekilde yansıyor. Bunu anladığında Ahmet’in suratını görmeliydiniz.

Gerek özel yaşantınızda gerekse iş yaşamınızda çatışma ve stresten uzak yaşamak için siz de algı filtrelerinizin nasıl işlediğini, beyninizin sizi nasıl yönlendirdiğini ve kurgularınızın kaynağını keşfetmek istemez misiniz?

No Comments

Post A Comment